Üçgenleme Nedir?

Üçgenleme [triangulation], çocuğun, yaşamındaki gerçek kişilerle üçlü kişilerarası etkileşimler yaşaması ve buna karşılık gelen intrapsişik yapılar [intrapsychic structures] geliştirmesi sürecidir. Üçgenleme, gelişimsel olarak preödipal [preoedipal] ve ödipal [oedipal] dönemlere [phases] karşılık gelen erken ve geç biçimleriyle kavramsallaştırılabilir. Üçgenleme, çocuk anneye yönelik ikili bağlanmanın ötesine geçip bir “üçüncü [third]” ile -örneğin baba figürüyle- etkileşim kurmaya başladığında ve anne ile baba arasındaki bağı kendisiyle ilişkili olarak algıladığında başlar. Dolayısıyla üçgenleme, bireyin nesne ilişkilerinin gelişerek diğer iki önemli kişiyi (tipik olarak ebeveynleri) içeren karmaşık ve ikircikli [ambivalent] bir ilişkiyi kapsayacak şekilde ilerlediği bir gelişim sürecidir; bu aynı zamanda o iki kişi arasındaki ilişkinin farkına varmayı da içerir.

Üçgenleme, ödipus kompleksinin önemini vurgulayan herhangi bir psikanalitik kuram için merkezi bir kavramdır; ancak bu, ödipus kompleksinin büyük bir gelişimsel dönüm noktası olarak kabul edilmesini zorunlu kılmaz. Bir süreç olarak üçgenleme, bebeğin anne/bebek ikilisinin ötesine psikolojik olarak geçebilme kapasitesinin en erken göstergesidir; bebek, bir “öteki”ni [other] içselleştirebilir ve kendisinin dışında kalan iki ayrı kişi arasındaki duyguları sezebilir hale gelir. Bu süreç kişilerarası bir kapasite olarak pekiştikçe, çocuk ikircikli, kıskançlık ve rekabet gibi karmaşık ilişkileri ve duyguları deneyimleyebilir hale gelir. Dahası, çocuk aile içindeki kendi konumuyla yüzleşmek zorunda kalır ve gözlemlediği ebeveyn ilişkisinin mahremiyetinden dışlanmasıyla yaşadığı narsisistik yaralanmayla [narcissistic injury] başa çıkmaya çalışır.

Üçgenleme terimi trigonometri kökenlidir ve psikanalitik literatürde düzenli olarak ancak 1970’lerde yer almaya başlamıştır; bu kavrama psikanalitik bir anlam kazandıran kişi Abelin’dir (1971, 1975). Abelin, üçgenlemeyi, küçük bir çocuğun anneyle, babayla ilişkisini ve onların birbiriyle olan ilişkisiyle kendi ilişkisini kavradığı gelişimsel aşamayla açıkça ilişkilendirmiştir. Yine de, üçgenleme kavramı Freud’un ödipus kompleksiyle ilgili en erken kuramsal çalışmalarında yer alır; ancak Freud bu terimi kendisi kullanmamıştır. Abelin’in bu terimi kullanımı, Mahler’in (1972) ayrışma–bireyleşme [separation-individuation] kuramı çerçevesine yerleştirilmiştir. Abelin, üçgenlemenin en erken biçimini, çocuğun “öteki”ni -tipik olarak babayı- iki işlevle deneyimlediği anda tanımlar: Bu “öteki” bir yandan çocuğu daha geniş bir dünyaya tanıtırken, diğer yandan çocuğun anneyle kurduğu ikili ilişkiden ayrışmasını kolaylaştırır. Mahler’in ayrışma-bireyleşme paradigması içinde, baba, çocuğun özerklik kazanmasını ve yeniden yakınlaşma alt evresinde ikircikli bir şekilde deneyimlediği anneden içsel olarak ayrışmasını kolaylaştırır. Çocuğun üçlü ilişkilerin ve üçlü yapıların intrapsişik temsiline ulaşabilmesi için, gerçek bir “üçüncü” kişiyle yaşantısal bir deneyim yaşaması gereklidir (Rupprecht-Schampera, 1995).

Üçgenlemenin daha ileri evresinin vazgeçilmez koşulu [sine qua non], Freud’un psikoseksüel gelişim kuramındaki ödipal evredir. Gelişmekte olan çocukta cinsel ve saldırgan dürtülerin harekete geçmesiyle birlikte, ileri düzeyde üçlü ilişkiler şekillenmeye başlar. Freud (1900, 1923a), erkek çocuğun annesine duyduğu aşkı ve babasıyla yaşadığı rekabeti tanımlamış, ayrıca negatif [negative] ya da ters ödipus kompleksini [inverted oedipus complex] betimleyerek üçgenlemenin daha karmaşık biçimlerini de ele almıştır. Freud (1925b), başlangıçta erkek ve kız çocuklarının üçlü [triadik] gelişim süreçlerini paralel olarak değerlendirmiştir; ancak daha sonra (1931), kız çocuklarının gelişiminin erkeklerden farklı olduğunu öne sürmüştür. Bazı kuramcılar, Ödipus mitinin erkek çocuklardaki triadik yapıyı daha uygun şekilde betimlediğini, buna karşılık Persephone miti ile Athena ve Medusa mitlerinin, bu dönemde kız çocuklarının üçgenleme süreci için daha isabetli paradigmalar sunduğunu öne sürmüşlerdir (Kulish ve Holtzman, 1998; Seelig, 2002).

Farklı kuramsal yaklaşımlara sahip teorisyenler, üçgenlemeyi çok çeşitli zihinsel kapasitelerin optimal gelişimi için kritik bir süreç olarak görürler. Abelin, üçgenlemenin çocuğun zihinsel örgütlenmesini duyusal-motor [sensorimotor] düzeydeki ilişkilerden temsili [representational] ve simgesel oluşumlara doğru taşıyan bir araç olduğunu belirtmiştir. Bu dönüşümle birlikte çocuk, iki öteki arasındaki ilişkiye dair bir anlayış geliştirir ve böylece bir kendilik imajı duyumu [sense of self image] geliştirir. Bu durum Ödipal düzeyde bir üçgenleme biçimine benzetilebilse de, burada vurgu cinsel ve saldırgan dürtü unsurlarıyla yüklü üçlü ilişkilere değil, benlik duygusunun gelişimine yöneliktir. Rupprecht-Schampera, bir ebeveynin çocuk adına sağladığı duygusal bütünleştirme [emotional integration] ve bağlamsallaştırma [contextualization] gibi özgün ego işlevlerinin, çocuğun hayal kırıklıkları ve istikrar bozucu duygulanımlarla başa çıkmasına yardımcı olduğunu belirtmiştir. Bu yardımcı işlevler, çocuk aynı bireyle ikili [dyadik] bir ilişki içindeyken dahi bir “üçgensel ruhsal işlev [triangular psychic function]” olarak hizmet eder. İlk bakımvereni [tipik olarak anne] bu üçgensel işlevi sağlayamadığında, çocuk bu yardımcı ego işlevleri için bir “öteki” -örneğin baba- aramaya başlar. Britton (1989), üçgenleme kavramını kendi üzerine düşünebilme [self reflection] kapasitesinin temeli olarak tanımlamıştır; yani kişinin kendisini başkalarıyla etkileşim içinde görebilmesi ve kendisine dair başka bir bakış açısını hayal edebilmesidir.

Lacan (1966/2006) ve A. Green (1975), üçlü yapıların doğumdan itibaren var olduğunu savunmuşlardır; çünkü çocuğun, kendisinin bir anne ile baba arasındaki ilişkinin ürünü olduğunu ve annenin çocuk dışında bir başkasını -yani babayı- arzuladığını fark ettiğini öne sürerler. Lacan, annenin arzu nesnesine “sembolik baba [symbolic father]” adını vermiştir; bu, anneyi çocuktan ayıran herhangi bir kişiyi ya da etkinliği temsil eder. Bu yolla Lacan, üçgenlemenin simgesel işlevselliğin gelişimindeki önemli rolünü vurgulamıştır. Ona göre, sembolik fallus ve baba imgesi, “ayna evresi”ndeki [mirror stage] ikili ilişkiden, “register/düzlem”ın [register] sembolik işlevinin yapısal düzeyine geçişi kolaylaştırır. [Jacques Lacan’da “register” (Fr. registre), onun en temel yapısal kuramlarından birine karşılık gelir ve oldukça özel, teknik bir anlam taşır. Lacan bu terimi sıradan bir “kayıt” anlamında değil, insan psişesinin üçlü yapısal düzlemini tanımlamak için kullanır.] Green ise üçgenleme kavramını zihnin ve onun yaratıcı süreçlerinin gelişimine uygulamıştır.

Bebek gelişimi üzerine yapılan araştırmalar, bebek, anne ve baba arasındaki üçlü etkileşimleri incelemeye odaklanmıştır. Lozan üçlü-oyun deneysel paradigması [Lausanne triadic-play experimental paradigm] (Corboz-Warnery ve ark., 1993) kullanılarak yapılan mikroanalitik gözlemler, bebeğin üçlü etkileşimler sırasında bakış yönelimi ve duygulanım ifadeleri yoluyla dokuzuncu aya gelindiğinde üçgenleme kapasitesi sergilediğini göstermektedir. Bebek, her bir ebeveyniyle kurduğu etkileşimde, beklenen bir amaca ulaşma niyetini duygu paylaşımı, duyguyu işaret etme ve sosyal referans alma stratejilerini kullanarak iletir. Bu modele göre üçgenleme, yüksek duygulanım içeren durumlarda üçlü etkileşimleri kurma ve sürdürme işlevi gören bir süreç olarak tanımlanır (Fivaz-Depeursinge & Corboz-Warnery, 1999).

Kaynak:

American Psychoanalytic Association. (2012). Triangulation. İçinde Psychoanalytic terms and consepts (4. baskı, s. 274).

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir